Festival Gibi Direniş
Berfin Karakeçili
Haziran 2014
Gündelik yaşam, bireylerin yaşamlarındaki sıradanlığı ifade etmek için kullanılan bir sözcük öbeği olarak algılanmaktadır. Özellikle modern hayat olarak tabir edilen şehir yaşantısı içinde gündelik hayat, tüm karmaşa ve yoğunluğu ile birlikte sıradan olandır. Ancak Henri Lefebvre’nin de öne sürdüğü gibi, sıradan olan gündelik yaşam, bünyesinde büyük değişiklikler ortaya çıkarabilecek potansiyeli barındırmaktadır. 2013 yılının 31 Mayıs gecesi Türkiye’nin deneyimlemeye başladığı “Gezi Direnişi” de aslında tam olarak Lefebvre’nin bahsettiği, gündelik yaşamın taşıdığı potansiyelin açık bir örneği olarak görülebilir.
Gezi direnişi, yaşandığı günden itibaren pek çokları tarafından, birçok yönü ile analiz edildi. Direnişin en çok vurgulanan özelliği ise, meselenin üç- beş ağaç meselesi değil, yıllardır insanların içinde birikmiş olan ve süregelen rahatsızlıkların dışa vurumu olmasıydı. Bunun gözardı edilemeyecek bir gerçek olmasının yanısıra, direnişi şehir hareketi şeklinde sınıflandırmak da mümkündür. Şehirde deneyimlenen bu toplumsal direniş, Türkiye’nin uzun yıllardır deneyimlediği ve toplumun neredeyse her kesiminden bireyleri içinde barındıran ilk toplumsal hareket olarak anılmaktadır. Bu toplumsal hareket, daha önce görülmemiş sahnelerin yaşanmasına vesile olup , bireylerin kıymetli kazanımlar elde etmesini sağlamıştır. Gezi Direnişi’nin kazandırdığı kıymetli kazanımların başında, farklı ideolojilerden kişileri birbirleri ile iletişime geçirmesi ve toplumun geniş bir kesimine insana sadece insan olduğu için değer verilmesi gerektiğini algılatması sayılabilir. Bu toplumsal hareketin en önemli özellikleri, mizahla dolu olması, örgütler kadar bireysel katılımlarla da güç kazanması ve tek merkezden yönetilmemesi oldu. Bu özellikler, Lefebvre’nin ve Michel de Certeau’nun gündelik hayat üzerine teorileri ile bu yazıda açıklanmaya çalışılacak.
Öncelikle de Certeau’nun taktik ve strateji analizini yaşanan Gezi direnişi üzerinden açıklamak gerekirse, söze strateji ile başlamak gerekir. Strateji, zayıf olan üzerinde çeşitli güçler kullanarak onu etkisiz hale getirmeye çalışır. Gezi’de strateji devlete ait olan ve zayıf üzerinde kullanılan güçtür. Yani açık bir şekilde eylemciler üzerinde uygulunan polis şiddeti stratejidir. Strateji, güce ve mekana sahip olandır; diğer yandan taktik zayıf olana aittir. Diğer bir deyişle, taktik, stratejinin aksine mekana ve güce sahip olmayan zayıflarındır. Ancak, taktik aslında, zayıf olanın zamanın avantajını kullanarak startejiye karşı bir güç elde edebileceğini öngörür. Gezi direnişi özelinde ise taktik eylemcilere aittir. De Certeau “bir mülkiyetin var olmamasıyla nitelenen hesaplı eyleme” taktik adını verir.(1) Yani zayıfın aracı olan taktik, stratejideki boşluklardan faydalanmak durumundadır. Çünkü mekan üzerindeki kontrol strateji sahibine aittir. Aynı bağlamda Gezi direnişinde güçlü olanın açıkca polis ve hükümet olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu noktada ana akım medyayı da strateji sahibi olarak değerlendirmekten kaçınmamak gerektiğine inanıyorum. Bunun başlıca sebebi ise; herkesin bildiği gibi, eylemler sırasında hiç bir ana akım medya kanalının yayın yapmamasıdır. Ancak, insanlara bilgi aktarma gibi kritik bir görevi olan ana akım medyanın stratejisi olan insanları eylemlerden bihaber kılma çabası amacına ulaşamamıştır. Eylemciler, zayıf taraf olarak, belirli taktikler yaratarak altarnetif medya kanalları aracılığı ile seslerini duyurmayı başarmışlardır; yani bu taktik sayesinde bir güç kazanmışlardır. Öyle ki, CNN TÜRK’te eylemler sırasında yayınlanan penguen belgeseli oldukça başarılı bir taktik ile direnişin simgesi haline gelmiştir. Strateji sahibi olan CNNTÜRK, yaşanan eylemleri daha fazla gözardı edemediği zaman, CNNTÜRK ekranlarında penguen yürüyüşü yapan eylemcileri izlemek mümkün olmuştu. Yani, zayıf olan eylemciler, mülkiyet sahibinin zayıf noktasını ve taktik için kritik olan zamanın avantajını kullanarak, kendisine bir taktik yaratmış ve bunu oldukça başarılı bir şekilde starateji karşısında bir güç olarak kullanmıştır. Tam da bu noktada, zaman kritik bir önem arz etmektedir. Zayıf olan, statejenin zayıf noktalarını güce çevirmek için yani bir taktik yaratmak için zamanı kullanmak durumundadır.
Direniş süresince başarılı bir şekilde kullanılan başka bir önemli iletişim aracı ise duvar yazıları olmuştur. Doğal olarak, duvar yazılarını da taktik olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Duvarları bir iletişim aracı olarak kullanmanın yanı sıra, duvar yazılarının içerikleri de çoğunlukla eylemciler üzerine empoze edilen kurallar ve onları yaftalamak adına sarf edilen sözlere karşı taktiğin aracı haline gelmiştir. Gezi direnişi açıkça göstermiştir ki, eylemciler her zaman kendi taktiklerini yaratıp güçlünün yarattığı söylemler ve mekanlar üzerinden kendini ifade etmeyi ve güç kazanmayı başarabilmiştir. Hükümetin duvar yazıları karşısındaki stratejisi ise eylemcilere vandallar ve çapulcu diyerek, onları kötülemektir. Öte yandan, stratejinin yarattığı manipülasyonlar, zayıf olan eylemciler tarafından benimsenerek birer taktik, yani güç kaynağı haline getirildi. Eylemciler tarafından geliştirilen taktikler mizah aracılığı ile hükümete karşı kullanıldı. Böylece taktikler sayesinde aslında zayıf olana bir güç atfedildi. Zamanı kullanan eylemciler, devlet güçlerine yakalanmadan kendilerini duvar yazıları ile ifade etmeyi başardılar. Çünkü bu eylem devlet güçlerince bir suç olarak adlandırıldığı için, eylem sırasında yakalanmanın çeşitli bedelleri vardır. Stratejinin kontrol ve yetki alanı olan sokaklara yazılan, “Kafası faşist başkan istemiyoruz. İmza: Kafası kıyak gençlik”, Erdoğan’nın eylemcilere kafası kıyak gençlik diyerek belirli bir kesimi eylemcilere karşı pozisyona getirmesine karşılık olarak yazılmış etkili bir duvar yazısı örneğidir. Bir diğer duvar yazısı, “Everyday I’m Çapulling”, direniş boyunca sergilenen mizahi taktiklerin oldukça güzel bir örneğidir. Erdoğan’ın eylemcileri çapulcu olarak olumsuz bir şekilde nitelendirme çabalarına karşın taktik geliştiren eylemciler, çapulcu kelimesini benimseyerek direnişin en önemli simgelerinden biri haline getirdiler ve çapulcu kelimesi üzerinden eylemlerine güç kazandırdılar. Açık ve net olarak görülüyor ki, eylemciler tarafından geliştirilen taktikler, strateji sahibine karşı başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Ancak, duvar yazılarının gece belediye yetkilileri tarafınca silinmesi, bize asıl gücün kimin elinde olduğunu gösterir. Protestocular ise, polisin ve görevlilerin olmadığı anları kollayıp bu yazılar aracılığı ile kendilerini ifade etme şansına erişmektedirler. Bir kere daha vurgulamak gerekirse, protestocular her zaman strateji sahibi olanın zayıf anlarını gözetip, zamanlarını iyi kullanarak ve onlardan avantaj elde etmeye çalışarak belirli bir güce erişirler. Gezi Parkı eylemleri sırasında yaşananlar bunun açık bir örneğidir.
Gezi eylemleri ile birlikte, bireyler kendilerini temsil edebilen bir muhalefet olmadığını düşündüklerini açıkça ortaya koymuş oldular. Slavoj Zizek’in de “occuppy” hareketleri ile ilgili belirttiği üzere protestolar hegomonik ideoloji alanında bir boşluğu ortaya cıkarttı.(2) Siyasi sahnede bu boşluğun doldurulması elbette ki zaman alacaktır. Ancak, Gezi Direnişi sayesinde en azından temsil edilmeyen büyük bir kitlenin varlığı tanınmıştır. Bunun yanı sıra, Gezi Direnişi neo-liberal sisteme karşı bir hareket olarak da yorumlanabilir. Çünkü direniş esnasında Gezi Parkı’nda inşa edilen yaşam biçiminin çıkış noktası, insanı birincil öncelik olarak benimsemesiydi. Tüm dünyada hegomonik olarak devam eden neo-liberal sistem içinde her zaman marketlerin ve kapitalin özgürlüğü ve çıkarı öncelik olarak benimsendiği için şehir yaşantısı da paralel olarak bu yönde şekillenmiştir. Dolayısı ile, Gezi Direnişi, AKP hükümetine karşı olarak geliştiği gibi, aynı zamanda neo-liberal düzene karşı olarak şekillenmiştir. Bu nedenle, farklı ideolojilerden gelen insanları, neşeli ve saygılı bir ortamda, en güçlü silahın mizah olduğu bir toplumsal harekette toplayan duygunun bir hoşnutsuzluk hissi olduğunu söylemek mümkündür. Direniş, gündelik hayat pratiklerinin dönüşümü olarak yorumlanacak olursa; şehirde süregelen gündelik yaşam bu direniş ile birlikte değiştirilmek istenmiştir. Şehir yaşantısının ve düzeninin üzerindeki devlet kontrolü bir direniş ile karşılaşmıştır. Bireyleri sınıflar üzerinden ayrıştıran bir şehir yaşamı yerine, farklılıkların birlikte varolduğu bir şehir hayatı arzusu direniş ile belirtilmiştir. Lefebvre’nin de öne sürdüğü gibi, devrim ancak bir festival ruhu ile mümkün olabilir. Festival ruhu olarak tabir edilen durum ise yaratılmış ve tanımlanmış bütün farklılıkların bir arada bulunabildiği durumdur.(3)
Gezi direnişi sırasında yaşananları da bu bağlamda yorumlamak çok da yanlış olmayacaktır. Zira, direnişten fotoğraf karelerine bakıldığı zaman insanı gülümseten sahneler yaşanmıştır. Farklı takımların taraftarları omuz omuza direnmişlerdir. Öte yanda MHP, CHP ve BDP bayrakları yanyana dalgalanmış, hatta bu üç farkı siyasi parti destekçileri direniş sırasında birbirinin yardımına koşarak esas olanın insan olduğunu herkese bir kez daha hatırlatmıştır. Gezi Parkı direnişi ile parkta kurulan yaşam ve ve bu direnişin diğer şehirlere yayılması ile birlikte aslında tüm farkılıların nasıl bir arada insani bir anlayış ile bulunabileceğini görmüş olduk. Öyle ki anti-kapitalist müslümanlar, marxist gruplar ve lgbt bireyler aynı alanda direnip, bir kutlama havası içinde bir arada olabilmeyi başarmışlardır. Başka bir şehir yaşamı, alternatif bir yaşam tarzı olabileceğini hep birlikte deneyimleyerek öğrendik. Dolayısı ile, birliktelik, yaşanan tüm acılara rağmen beslenen mizah duygusu ve polis müdahalesi olmazken yaşanan festival ruhu, Lefebvre’nin bahsettiği devrimin küçük kıvılcımları olarak algılanabilir. Lefebvre toplumların dönüşümünün ancak festivallerde deneyimlenen bir ruh hali ile mümkün olabileceğini ileri sürer. Bu bağlamda, Gezi Direnişi ile insanlar bir amaç için, neo-liberal yönetime karşı tüm farklılıklarını aşarak, zengin-fakir ya da herhangi bir farklılığı gözardı ederek hep birlikte huzur içinde barınabilme gibi bir alternatif olduğunu gösterdi. Elbette ki hiç kimse Gezi direnişinin gerçekten bir devrime dönüşmesini beklemiyordu, ancak toplumun böyle bir dönüşüm için potansiyelinin olduğunun açık bir göstergesi olarak Gezi Direnişi umut vaad eden bir hareket olarak akıllara kazındı. Öyle ki, Lefebvre’nin değindiği festival ruhu, stratejinin insanları birbirlerinden ayrıştırma amacına karşı geliştirilmiş bir taktik olarak bile algılanabilir.
Toparlamak gerekirse, Gezi Direnişi ile birlikte insanların sıradan olarak deneyimledikleri gündelik yaşantılarının toplumsal değişim için çok büyük bir potansiyel taşıdığının açıkça farkına varılmıştır. Protestocular gerek ana akım medyaya gerekse hükümete karşı mizahı silah olarak kullanıp, taktikler geliştirmiş ve seslerini duyurma imkanı yakalamışlardır. Öyle ki, barışcıl olarak süregelen eylemler, kimi zaman şenlik olarak deneyimlenmiş, ancak yine de bireylerin mevcut yönetim şekli ve egemen olan muhafazakar neo-liberal yönetim biçimden rahatsız oldukları açıkça ifade edilebilmiştir. Yaşanan tüm mizahi tepkileri zayıf olan protestocuların güçlü olanı alt edebilmek için geliştirdiği taktikler olarak anlamak mümkündür. Yani Gezi Direnişi ile birlikte eylemler sırasında gözlemlenen ve deneyimlenen ılımlı ortam, farklılıkların eşitlendiği bir alternatif yaşam tarzının mümkün olabileceğini göstermiştir.
Kaynakça
- de Certeau, Michel. 2009. Gündelik Hayatın Keşfi. Lale Arslan Özcan, çev. Dost Kitabevi Yayınları.
- Lefebvre, Henri. 2000. Everyday life in the modern world. Continuum.
- Zizek, Slavoj. 2013. Dünyadaki İsyanların Anlamı. Osman Akınhay, çev. İstanbul: Agora Kitaplığı.