Gezi direnişine "Bağlanmak"
Can Kutay
Haziran 2014
Gezi direnişi boyunca bütün protesto alanları “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları ile inledi. Her yer “Taksim”di ve tüm Türkiye Gezi Parkı için, oradaki insanlara yapılan sert müdahalelere tepkisini göstermek için, hiçbir örgütün veya politik partinin liderliğine ihtiyaç duymadan direnişi kendi şehirlerine getiriyor, hayatı boyunca Gezi Parkı’nı görmemiş birçok insan Taksim’de başlayan eylemleri, kendi yaşam alanlarına taşıyordu. Gezi eylemleri süresince gözlerini bütün olan bitene kapatmakla suçlanan ana akım medya, Gezi Parkı’ndaki polis şiddetini göstermiyorsa, Türkiye Gezi’den nasıl haberdar olmuştu?
31 Mayıs
31 Mayıs sabahı, Gezi Parkı’ndaki son durumu öğrenmek için telefonuma doğru uzandım. Gezi Parkı hakkında haber almak için televizyonu açmamış, gazetelere göz gezdirmemiş veya internetteki haber sitelerine bakmamıştım. Önceki gün, bütün bu kaynaklardan gelen haberlerin ne kadar kısıtlı ve muhtemelen sıkı bir hükümet denetiminde olduğunu fark etmiş ve farklı haber kaynakları aramaya başlamıştım. Daha sonra öğrendiğim üzere, aradığım bu kaynaklar, Sosyal medyanın sunduğu sanal platformlardı ve bunların arasında Twitter başı çekiyordu.
30 Mayıs günü Gezi Parkı’nda bir şeyler olduğu haberi sosyal medyada gözüme çarptıktan sonra haber sitelerini, televizyon kanallarını taramış fakat aradığım kadar kapsamlı bir haber görememiştim. Gezi Parkı’nda bir şeyler oluyordu ama bu kaynaklardan öğrenilebilecek yegane şey, bir grup aktivistin parkta kamp kurduğu, polisin de parkın etrafını sardığıydı. Bu aktivistler kimdi? Gezi Parkı yıkılmak mı isteniyordu? Kaç kişiydiler? Bir politik parti veya örgüt üyesi olabilirler miydi? Buna benzer bir sürü soru kafamda cevapsız kalmıştı.
İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımın da Gezi protestoları hakkında benden daha fazla bilgiye sahip olmadığı ortaya çıkınca, bildiğim bütün bilgi kaynakları tükenmiş oldu. Bu çaresizliği Facebook üzerinden paylaştıktan sonra, başka bir sosyal medya platformu olan Twitter’ın Gezi hakkında haber almak için neredeyse tek “güvenilir” kaynak olduğu eski bir Twitter kullanıcısı tarafından bana açıklandı. Bunun üstüne yıllardır kullanmadığım Twitter hesabımı tekrar kulanmaya başladım.
Twitter uygulamasına girmemle beraber ekranım bir anda Gezi Parkı ile ilgili aradığımdan kat be kat fazla haber, fotoğraf ve video ile doldu. Twitter, ana akım medyanın Gezi parkında olanlara karşı sessizliğine inat Gezi hakkında sayısız bilgi ve dökümantasyonla doluydu ve her saniye kendini yeniliyordu. Birkaç saniye farkla İstanbul’da olan her şey Ankara’daki evimde , ekranımda beliriyordu. Twitter’a yüklenen haberler, fotoğraflar, videolar bir haber ajansı yerine doğrudan sahada olan insanlar tarafından üretiliyor; Gezi’deki eylemciler hızla kendilerine has bir mecra yaratıyordu. Bu “eylemci kalabalığı tarafından üretilen” bilgi ve haberlerin başka bir ilgi çekici yanı ise bu bilgilerin doğruluğunun yine “kalabalık” tarafından denetleniyor olmasıydı. “Kesin bilgi yayalım” diye ortaya atılan bilgiler bile birkaç defa yine sahada bulunan insanlar tarafından teyit edilmeden paylaşılmamaya çalışılıyordu.
Bütün bunlarla beraber, Gezi eylemlerine dahil olmak için Twitter hesabıma “bağlı” olmam bir önkoşuldu. Twitter hesabımı kapatmam, Gezi direnişi ile ilgili bütün bağımı da kapatıyor olduğum anlamına geliyordu. Bu önkoşul Ankara’da 31 Mayıs gecesi Gezi eylemleri başladıktan sonra bile geçerli olacak, hatta çevrimdışı eylemler bile benzer bir şekilde “bağlanıp”, “çıkış” yapabileceğim bir şekle bürünecekti.
1 Haziran ve Sonrası
Twitter’ın “occupy” eylemlerinde akvistler tarafından birincil iletişim ve “çevrimiçi toplanma alanı” olarak kullanılması Gezi ile başlamıyor. Gezi’den yaklaşık bir sene önce ABD’de başlayan “Occupy Wall Street” eylemlerinde de Twitter benzer bir amaçla kullanılmış, eylemciler Twitter üzerinden fikirlerini, eylemler ile ilgili en son gelişmeleri bütün dünyayla paylaşabilecekleri bir platfrom yaratmışlardı. Twitter böylelikle, eylemlerin kısıtlı bir bölge veya ülkeye değil, bütün dünyaya yayılabileceği uluslararası bir platfrom işlevi görmeye başlıyordu. Bu sanal “toplanma alanları” aynı zamanda eylemcilerin birbirleri ile çevrimiçi bir iletişim ağı kurmalarını sağlıyor, her bir katılımcının farklı fikirler üretip diğerleriyle paylaşabileceği, aynı zamanda da devam eden tartışmalara dahil olabileceği bir zemin yaratıyordu. Twitter üzerinden yaratılan bu tartışma alanlarına bireyler kendi sanal “kimlikleri” ile katılıyor, herhangi bir politik örgüt veya ideolojinin baskısı altında olmadan isimsiz olarak kendi fikirlerini paylaşıyorlardı.
Jeffrey S. Juris, Boston’da “Occupy Wall Street” eylemleri sırasında yaptığı gözlemleri ve eylemlerde sosyal medyanın kullanımı hakkında yazarken “toplanma mantığı” (logic of aggregation) ismiyle yeni bir kavram yarattı.(1) Bu eylemlerin lidersiz yapısı, açık bilgi paylaşımının desteklenmesi ve katılımcılarının birbirlerinden ayrılan politik görüşleri sayesinde, direniş , belirli bir ideoloji veya politik görüşe bağlı kalmayıp, toplumun birden fazla fraksiyonunu kapsayabiliyor ve bu şekilde kolektif bir kimlik oluşturabiliyordu. “Toplanma mantığı” ile Juris, eylemcilerin direniş boyunca kendi politik kimliklerini çoğunluk içerisinde kaybetmeden, birey olma özelliklerini muhafaza ederek, kolektif bir direniş eyleminin yaratılabilmesinin mümkün olduğunu savunuyor (Juris, 2012). Burada bahsedilen liderin veya yönetici bir grubun yokluğu, bilginin paylaşım ve üretiminin herkese açık olması ve katılımcıların bireyselliklerini koruyabilme prensiplerinin Twitter içinde de geçerli olduğu, hatta çevrimdışı eylemlerin bu yapılarını Twitter’ın çevrimiçi yapısından örnek aldıkları bile iddia edilebilir.
Gezi eylemlerinin metodları ve eylemci profili Juris’in “toplanma mantığı “ ile tamamen örtüşüyor. Gezi eylemlerine katılan bireyler, kendi politik duruşlarından feragat etmek zorunda kalmadan, birbirlerinin direnişe katılma sebepleri ile empati kurabiliyor, ortak bir hedef doğrultusunda buluşabiliyorlardı. Bireylerden oluşan bu topluluklar kolaylıkla birbirleriyle ortak hareket edebiliyor fakat yine aynı hızla da dağılabiliyorlardı. Eylemcilerin birbirleri arasında kurdukları bu “ince” bağlar ne kısıtlayıcı ne de olan ilişkileri sağlamlaştıran bir yapıya sahipti.
“Toplanma mantığı” çerçevesinde gerçekleşen çevrimdışı eylemlerin kolaylıkla dağılıp tekrar toplanabilen eylemci profili, çevrimiçi platformlardaki “çıkış” (log off) yapma özelliğini sokak eylemlerine taşıyor. Sosyal medya platformlarında olan bu özellik, kullanıcının istediği zaman dahil olduğu sanal ortamdan çıkışını sağlayarak, kullanıcının kendini sanal topluluklardan ve kendi sanal kimliğinden soyutlayabilmesine olanak sağlıyor. Buna benzer bir yapı Gezi eylemine katılan bireylerde de gözlemlenebilir. Kendilerini istedikleri anda sokak eylemlerinden soyutlayabiliyor, istedikleri zaman ise bu bağı tekrar kurabiliyorlardı. Gezi eylemlerinde herkes bir nevi yarı-zamanlı eylemciydi. Bu çerçeveden bakıldığında, Gezi eylemleri boyunca eylemciler bireyselliklerini kaybetmemeleri, belirli bir politik örgüt veya partinin ajandasına bağlı olmamaları sayesinde, lider tarafından belirlenen zamanlamalar yerine ne kadar süre eylemlere “bağlı” olacaklarına kendileri karar verebiliyor , daha sonra tekrar eylemlere tekrar “bağlanmak” istediklerinde ise hemen hemen bıraktıkları yerden devam edebiliyorlardı. Başka bir deyişle, eylemciler bu eylemlerden “çıkış” yaparak kendilerini soyutlayabiliyor, işlerine, okullarına, gündelik hayatlarına odaklanabiliyor, tekrar istedikleri zaman ise “bağlanma” (log in) yaparak sokak eylemlerine tekrar dahil olabiliyorlardı. Eylemci profilinin bağımsız bireylerden oluşuyor olması, topluluk içinden bir süreliğine ya da tamamen “çıkış” yapan bir eylemcinin yerinin bir başkasının alabilmesine olanak sağlıyordu. Herhangi bir eylemci çevrimiçi veya çevrimdışı eylemlerden ayrıldığı zaman yerinin hızla doldurulabilmesi Gezi eylemlerinin en güçlü özeliklerinin başında gelmektedir. Kullanıcılar Twitter’da tweet atarken oldukları gibi, çevrimdışı eylemlerde de anonimdi ve hangi eyleme nasıl ve ne kadar katılınacağına karar veren, uyulması gereken bir üst merci yoktu.
Rheingold yukarıda bahsedilen eylemci gruplarını “akıllı güruhlar” olarak isimlendirir.(2) Bu tanım, Juris’in bahsettiği “toplanma mantığı” ile kolayca toplanıp yine aynı hızla dağılabilen, gruplardan ziyade bireylerin oluşturduğu kalabalıklara işaret etmektedir. Çevrimdışı eylemlere katılan eylemcilerin bu kadar hızlı bir şekilde toplanıp dağılabilme becerisi göstermesi, bu bireylerin eylemler öncesi sosyal medya kullanıcıları olmaları ve böylece yukarıda bahsedilen ”bağlanma” ve “çıkış” komutlarına aşina olmaları ile açıklanabilir.
Sokaklardan evlerine dönen eylemciler, tartışma ve görüşlerini Twitter’in sunduğu çevrimiçi alanlarda paylaşmaya, sahada gördüklerini, fotoğrafladıklarını, videoya çektiklerini bu çevrimiçi kamu alanlarına yüklemeye devam edebiliyorlardı. Bu şekilde çevrimdışı eylemlerden gelen bilgi ve dökümanlar çevrimiçi platformlarda üretilen haber ve tartışma konularına dönüştü. Bu şekilde bakıldığında, çevrimdışı eylemlerden “çıkış” yapan bir eylemci, eğer isterse bu sefer çevrimiçi eylemlere “giriş” yapabiliyordu.
Gezi ve diğer occupy eylemleri süresince çevrimiçi ve çevrimdışı eylemlerin birbirleri ile nasıl bir bağı olduğu, birinin diğerinden daha önemli olup olmadığı sıklıkla tartışıldı. Fakat birbirlerinden ayrı olarak görülmeye oldukça yatkın olan bu ikili, aslında Gezi eylemleri boyunca tek bir direnişin iki farklı platforma yansımış halleri idi. Sadece çevrimiçi veya çevrimdışı protestolar ve hareketler üzerinden yapılan bir Gezi eylemleri analizi, resmin yarısını görmeye mahkum kalır. Gezi eylemleri boyunca, “Her yer Taksim” olabildi; çünkü çevrimiçi platformlar Gezi Parkı’nı nerede olursak olalım en yakınımızdaki bilgisayar veya telefon ekranına taşıdı. Aynı şekilde “Her yer direniş” idi, çünkü direnişçiler bireyler olarak çevrimdışı platformlardaydılar; sokaklarda kendileri ile aynı politik duruşu sahip olmayan insanlarla empati kurabiliyor, kendi protestolarını onlarınki ile birleştirebiliyorlardı.
Kaynakça
- Juris, J. S. 2012. “Reflections on #Occupy Everywhere: Social Media, Public Space, and Emerging Logics of Aggregation,” American Ethnologist 39(2): 259-279.
- Howard, Rheingold. 2003. Smart Mobs: The Next Social Revolution.